Kadın Hakları konusu insan hakları kavramı çerçevesinde ele alınmalıdır. Ancak insan
haklarına iliskin degerlendirmeler tek basına kadın haklarının özgünlügünü karsılamaya
yetmemektedir. Kadın haklarının toplumsal yapı, aile ve iktidar iliskileri açısından yeniden
yapılandırılması gerekir.
Ülkemize kadınlara siyasal, yasal ve ekonomik anlamda hakların tanınması Türkiye
Cumhuriyetinin kurulusu ile belirgin bir sıçrama yapmıstır, ancak yeterli degildir. Pozitif
ayrımcılık yoluyla kadın magduriyetinin her alanda pisirilmesi gerekir, daha yapılacak çok
sey vardır.
1. INSAN HAKLARININ BR PARÇASI OLARAK KADIN HAKLARI
nsan hakları yeryüzünde esit olarak yasayan bütün bireylerin birbirlerine karsı salt insan
olmaktan kaynaklanan ödevleridir. nsan haklarından, insanın insan olmaktan kaynaklanan
tüm hakları anlasılmaktadır. nsan Hakları Evrensel Beyannamesi de bu çerçevede cins, dil,
din, siyasi, milli veya sosyal köken, servet, dogus veya diger herhangi bir fark gözetmeksizin,
insanın insan olması nedeniyle her insan tarafından yararlanılabilen haklara “insan hakları”
denmektedir.
Hukuk tarafından korunmaya deger menfaat olarak hak, dogrudan hukukun konusunu
olusturmaktadır. Hak kavramı insanın salt insan olmak sıfatıyla sahip oldugu özgürlükleri ve
olanakları, insanın degerini ya da onurunu meydana getirmektedir. Bu nedenle insan
haklarının kaynagı, insanın bu deger yanından gelmektedir. nsan, belki insan hakları olmadan
da yasayabilir. Ancak böyle bir yasam insana yakısan bir yasam olmaz. nsanın insan
olmasından kaynaklanan hakların ihlali veya inkarı demek, insanlıktan, insan olmaktan
vazgeçmek demektir. Aslında insan haklarının dogustan varolusu sadece algılanabilecegine
bu nedenle tanımlanmasına bile gerek olmadıgına iliskin görüsler vardır. Ancak hukuksal
açıdan tanım, bir açıklık saglama olanagı sunar. Evrensellik, eskimezlik, degismezlik,
üstünlük, devredilmezlik insan hakları kavramının temel özellikleridir. Sonuç olarak amaç;
“insan onurunun korunması” oldugu için bu özellikler zorunlu olarak aranacaktır. Çagdas
pozitif hukuk normlarında bu özelliklerin “ devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
özgürlükler” olarak yansıtıldıgını görmekteyiz.
18.yy.'da üzerinde tartısılan "nsan ve Yurttas Hakları" kavramı, yeni bir tarihsel açılımı
ortaya koyarken tüm insanlara sesleniyordu. Bu yüzyılda kadın hakları savunucuları, Batı'da
kökten etkiler yaratan hareketin içindeydiler ve erkeklerle birlikte esitlik ve özgürlük
mücadelesi veriyorlardı.
Bu mücadele 1776 tarihli Amerikan Bagımsızlık Bildirgesi ve 1789 tarihli Fransız nsan ve
Yurttas Hakları Bildirgesi'ni dogurmustur. Her iki sözlesme ve devam edegelen sözlesmeler,
insanlar için vazgeçilmez hakların varlıgı ve siyasi iktidarın bu hakları tanıması zorunlulugu
üzerinde duruyordu. Ancak, ne yazık ki dogal haklar olarak isimlendirilen bu hakların, basta
teorisyenleri olan erkekler olmak üzere kadınları da kapsadıgı konusunu kabul etmediler.
Fransız Devrimi'nden etkilenen Mary WOLLSTONECRAFT (1755-1797), feminist teori
tarihinde ilk önemli çalısma olan "Kadın Haklarının Savunusu"nu hazırlamıstır. Bu kitap,
erkeklerin özgürlük talepleriyle geleneklere karsı açtıgı savası kadınların da yapabilecegi
mesajını veriyordu. Özgürlük talebinde bulunmamak kadını onursuz kılacaktır demekteydi.
Aynı sekilde, kadın hakları savunucusu Olympe de GOUGE (1748-1793), Kadın Hakları
Bildirgesi'yle dogrudan nsan ve Yurttas Hakları Bildirgesi'ne yönelik bir manifestoda
bulunuyordu. Esitlikten kadın ve erkek esitliginin de anlasılması gerektigini ileri sürüyor;
kamusal mevkilere gelme siyaset yapma konusunda da esit haklar talep ediyordu. "Kadına
giyotine gitme hakkı tanınıyorsa kürsüye çıkma hakkı da tanınmalıdır" demekteydi. ronik bir
sekilde Olype de GOUGE 1793'deki darbe sonrası giyotinle idam edildi.
19. ve 20.yy'da, mücadelenin hukuksal alandaki esitlik söyleminden çok hayatın her alanında
yapılan cinsiyete dayalı ayrımcılıgın kaldırılması noktasına yöneldigini görüyoruz. Bu
yaklasımla savunulan, tarihsel ve toplumsal olarak cinsiyetten kaynaklanan davranıs kalıpları
ve rolleri kadınların herhangi bir alandan dıslanmaları için gerekçe olmamalıdır, görüsüdür.
Mücadelenin kamusal alanda yer almaya yani siyasi ve sosyal alandaki esitlik taleplerine
dönüstügünü görüyoruz.
Toplumsal yasamın, özel alan (ev içi-aile ortam) ve kamusal alan (ev dısı-çalısma ortamı)
biçiminde bölünmesi ve kadının geleneksel olarak özel alana hapsedilmesi, bu durumun
beraberinde getirdigi kalıplarla zorlanma, kadının kendisini insan olarak ve üretimin bir
parçası olarak ifade etmesini güçlestirir. Liberal feminizme göre geleneksel özel-kamusal alan
ayrımı, kadının erkek karsısındaki ikincil konumunun ana nedenidir. Kadınların kamusal
alana girmesini önleyen ve onları özel alana hapseden yasalar ve uygulamaların kaldırılması
gerekir. Kadınların özel alana ait görülmesi ve bu alanda da yasamlarının devlet tarafından
tam güvenceye alınmaması ve özel alana hukukun müdahalesinin sınırlı tutulması olgusu,
kadınların uzun yıllardır mücadelelerinin odak noktası olmustur.
2. KADIN HAKLARININ ÖZGÜN YÖNÜ
16.yy.'daki "kadın insan mıdır?" tartısmasının bir zamanlar yapılmıs olması bile kadın hakları
kavramının insan hakları kavramı çerçevesinde tartısılmasını zorunlu kılıyor. Aslında bu
tartısmanın kökeni kitabi dinlerin Adem'in topraktan, buna karsım Havva'nın ise Adem'in
kaburga kemiginden yaratılmıs olmasına kadar götürülebilir. Buna baglı olarak erkek,
uygarlıgın ve kültürün yaratıcısı ve ürünü olarak görülürken; kadın, doganın ürünüdür.
Saptamalar kadının ikincilligini vurgulamak için kullanılmaktadır. Bu yüzden, genel insan
hakları ile ilgili düzenlemelerin ayrıca ve özellikleri de dikkate alınarak kadın hakları
tarafından tamamlanması gereksinimi dogmaktadır. Kadın haklarının özgünlügünü belirtmek
yapay bir ayrım degil, insan hakları kavramına somut bir içerik kazandırabilmenin ön
kosuludur. nsan hakları kavramının salt "insan" soyutlaması içinde ele alınması, insan-erkek
kavramı iliskisinde somutlastıgı için ataerkil anlayısın sürdürülmesi ve pekistirilmesinden
baska bir ise yaramamaktadır. Bu nedenle, insan hakları kavramının kadın hakları kavramı ile
de tamamlanması geregi dogmaktadır.
Kadının insan hakları konusuna iliskin iki temel yaklasım vardır:
- Evrenselci yaklasım
- Kültürcü yaklasım
Evrenselci yaklasım; insan haklarının evrenselliginden yola çıkmaktadır. nsan hakları
belgelerinde yer alan hakların tümünden kadınlar yararlanmalıdır düsüncesini
savunmaktadırlar.
Kültürcü yaklasım ise; tüm toplumlarda geçerli olabilecek insan hakları anlamında ortak
degerlerin bulunmasının olanaksızlıgından yola çıkar. Ancak bu yaklasımda, kadınlara karsı
yapılan ayrımcılıkların kültürel farklılıklara dayandırılarak haklılastırılmaya çalısıldıgı
görülmektedir. Her kültürün kendi degerleri çerçevesinde ele alınması kültürün genel
yaklasımının, kadını belirli bir noktaya hapsetmesine engel olmayacaktır. Bunun anlamı, bazı
farklılıklar gösterse bile genel ataerkil kastın kırılamayacagı noktasına ulasır. Böylece bir çifte
standart yaratılmaktadır. Kadınlara Karsı Her Türlü Ayrımcılıgın Önlenmesi Sözlesmesi
(CEDA W.1981), insan hakları belgeleri içinde en çok çekince konulan sözlesmedir. Bu
sözlesme, bir sekilde imzalanmıs bile olsa yasalarla tanınmıs pozitif hakların, tek baslarına
degil, egemen toplumsal ve kültürel ortam içinde varoldugu gerçegini de göstermektedir.